Tuesday, January 31, 2017

Marka Ürün Marka Ürünlerde Sergilenir!

Marka Ürün Marka Ürünlerde Sergilenir
Marka
"Büyükşehirde adamın biri şehir merkezinde gezerken, yeni açılmış beş katlı bir mağaza dikkatini çeker. Giyimden züccaciyeye, ev dekarasyonundan temizlik ürünlerine kadar her şeyin olduğu bu mağazaya girip, bir kravat alma bahanesi ile gezeyim diye düşünür. Girişteki görevli bayana yaklaşarak:
-'Ben bir kravata bakacaktım da' der.
Standdaki görevli bayan:
-'Kravat reyonumuz bir üst katta beyefendi' der.
Adam bir üst kata çıkar ve görevliye kravat için geldiğini söyler.
İkinci kattaki görevli bayan:
-'Beyefendi! Kravatı desenli mi, desensiz mi düşünürsünüz? der.
Adam:
-'Desenli olsun' der.
Görevli bayan desenli kravatlar için adamı bir üst kata yönlendirir.
Adam yavaş yavaş sinirlenmeye başlar, kocaman mağazanın içerisinde kravat reyonlarının ayrı ayrı yerlerde sergilenmesinden.
Üçüncü kata çıkan adam:
-'Desenli bir kravata bakacaktım hanımefendi' der.
Bayan:
-'Kravatınız puanlı mı olsun, puansız mı?' der.
Adam:
-'Puanlı olsun' der.
Görevli bayan adamı bir üst kata yönlendirir.
Adamın artık iyice sinir katsayısı artmaktadır. 'Neyse' der ve merdivenleri adımlar.
Dördüncü kattaki görevli bayana:
-'Hanımefendi! Ben desenli ve puanlı bir kravat almak istiyorum' der.
Bayan:
-'Beyefendi! Kravatın renkleri ağır tonda mı yoksa hafif tonda mı olsun?' der.
Adam sinirli bir şekilde:
-'Hafif tonda olsun' der.
Bayan, adama bir üst kattaki reyonda bulabileceğini söyleyince, adamın şarteli atar. Hızlı ve öfkeli bir şekilde merdivenleri çiğnerken, bir taraftan da mağazanın nasıl olsa son katına çıkıyorum, çatıya yönlendirecek halleri yok ya! diyerek beşinci katın görevlisine yaklaşır ve:
-'Hanımefendi! Ben desenli, puanlı, renk tonları hafif olan bir kravata bakacaktım' der.
Görevli bayan:
-'Evet aradığınız kravat tam da bu reyonumuzda' der adamın önüne sergiler.
Adam, bir anda beş katlık yorgunluğunu unutacak seviyeye gelir. Tam da kravatı almak için elini uzattığında, bayan görevli engel olur ve:
-'Beyefendi! Bu kravatı hangi gömleğinize takacağınızı öğrenebilir miyim?' der.
Adam sinirli bir şekilde:
-'Yahu istediğim gömleğime takarım, size ne?' diye cevap verir.
Görevli bayan, gayet soğuk kanlı bir şekilde:
-'Beyefendi! Bizim mağazamızın bir vizyonu var. Marka ürün marka ürünlerde sergilenir. Bizim genel prensibimiz bu. Biz alınan ürünleri müşterimizin üzerinde mutlaka görmek isteriz' der.
Adam, ısrarlı bir şekilde kadına direndi ise de kravatı alamaz. Ve öfke boyutunun mağazaya sığmaz haliyle beş kattan aşağıya doğru hızlı hızlı inmeye başlar. Tam birinci kattaki dönerli çıkış kapısına geldiğinde, elinde klozet olan bir müşteri ile karşılaşır. Şaşkınlığın merakında, elinde klozet olan adama:
-'Hemşerim! Elindeki bu klozetle nereye gidiyorsun?'
Adam cevap verir:
-'Ben bu mağazaya bir tuvalet kağıdı almak için gelmiştim de....'😄 
Monday, January 30, 2017

Farkındalık


Farkındalık
Farkındalık
İlk aile Ademoğullarından Hâbil ve Kâbil’in yaşadıkları insanoğlu için ibretâmizdir. Kâbil malum olan cinayet fiilinden sonra insan melekesi olarak akledemediği cansız bir Hâbil’i ne yapacağım sorusuna cevabı, Allah bir kargayla verdirmiş ve farkındalık oluşturmuştur.

İnsanın iç aleminin dalga boyutunu değiştiren yegane unsur, farkındalıktır. Ruhun penceresi olan göz, düşünme eyleminin de anahtarıdır. Onun için dir ki 'rü'yet' ve 'rey' kelimeleri aynı kökten türemişlerdir. Bazen insan için rü'yet vizyon olur büyük resmi görür, bazen de kendince güdük profilli bir hal alır.

Görme ve karar kılmada âciz insanoğlunun çok defa 'görmez misiniz ki!' veya 'düşünmez misiniz ki!' hitaplarıyla karşı karşıya kalmasının sırrı da buradan kaynaklanmaktadır.


Tünel görme hastalığı içindeki toplumun gördüğü şeyler üzerinde keçeleşmiş düşünceler içinde kalması, muhakeme gücünün azlığından kaynaklanmaktadır. Bir toplumda sürü psikolojisinin oluşmasındaki temel etkenin, farkındalık oluşturma gayretlerinin  azlığı olduğu söylenebilir. Nitekim motivasyonun en önemli bileşeni farkındalıktır. Bu sebepdendir ki 'uydum hazır olan kalabalığa' niyetiyle hareket edenler bugünün sürüsünün bir parçası olmuşlardır.
Sunday, January 29, 2017

Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama

Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama
Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama
'Acûliyet şeytandandır, o işlerde  hayır yoktur, teennî ise Rahmandandır'  düsturu insanoğluna tiryak olmuştur. Teennî, zamanı öğüterek ağır vasıta gibi çalışma değil, zamanı gözetip işin vaktinde sür'atle yapılmasının adıdır. Bu nedenle acelecilik mezmum, sür'at makbul karşılanmıştır. Bu bağlamda söylenen ‘acele etmeden seri ol’ sözü mânidardır.

            'Bir Profesör yolda giderken önüne bir kadın geçiyor. Kadın diyor ki;
         -Hocam benim oğlum sizin fakültede okuyor, öğrendim ki 4 yıl okuyacakmış. Benim bir tek evladım var, bu bana lazım. 4 yıl değil de 2 yılda fakülteyi bitirme imkanı yok mudur? Bana yardımcı olsun işine gücüne baksın.
            Profesör diyor ki; ‘bak kadın, sen bana cevap ver. Senin oğlun ne olmak ister? Bir ceviz ağacı 30 yılda yetişir, fakat bir kavak ağacına 3 ay kâfidir. Kavak ağacı mı olmak istiyor, ceviz ağacı mı?'

Evet ceviz ağacından mobilyalar olur, yıllarca kullanırsın ve o mobilyalarla övünürsün. Ancak kavak ağacından domates kasaları, üzüm kasaları  olur. Planyaya bile gelmez, marangoz o kasaları işlemez çırağa verir, ondan mobilya olmaz. Unutulmamalı ki bir şeyin maddeten büyük olması mahiyetinin de büyük olduğu anlamını  taşımamaktadır.


Mükerrem ve mükemmeliyyete açık yaratılan insanoğlunun, hayat serencâmesinin imbiklerinden geçerken tâlim ve terbiyesi alelaceleye getirilmeden istidatlarının neşv ü nemâ bulması yolunda çaba harcanması, zamanın mirasçılarına bir vazife olsa gerektir. Zira damla, kendini tamamlayınca damlar.
Saturday, January 28, 2017

Acûliyet

Acelecilik
Acelecilik
Tâlim ve terbiye formasyonunun giderek zorlaştığı bir devirde çocuk yetiştirmek insanın mahiyetine nigehban olmakla  mümkündür. Ne yazık ki tüketim dünyasında insanlar acûliyet içerisinde hayatını tanzim etmeye çalıştıklarından kainatın en şerefli varlığı olan insan üzerindeki terbiye de kısır kalmakta ve vahşice yeryüzünü sindirmeye çalışmaktadırlar.

Günümüzde insanlar bu acelecilik adesesinden dolayı sun’î ve hormonlu yiyeceklerin esiri haline gelerek hastaneler tıka basa dolmuş, insanın tâlim ve terbiyesindeki acûliyetten dolayı da  hapishaneler tıka basa dolar olmuş. Bugün sentetik, sun’î olan her şey kâinattaki yeri itibari ile konulan yere yakışmıyor. Sentetik haline getirdiğimiz hayatta estetik arayışı yabani kalmaktadır artık.


Eşyada acûliyet sun’îliği getirmekte, hayvanlarda acûliyet hormonlu bir hayatı getirmekte ve insanda acûliyet de merhametsiz bir toplumu doğurmakta, strest ve anguazın eşiğinden ayrılmayan bir insanlık anaforu oluşturmaktadır. Bu asrın kuralsız ve ölçüsüz yaşamanın bedeli fizyolojik olarak obezite, psikolojik olarak ise stres ve bunalımdır. Kuralsız ve ölçüsüz bir topluluk da, acelecilik feveranı ile koskoca bir yığın haline gelir. 

Nitekim aceleciliğin ifadesi olan acûliyet, öfke ile kardeş duygulardır. Beşerî münasebetlerde dolaylı olarak muvazenesizliğin görülmesinin nedeni de bundandır.
Friday, January 27, 2017

Hayat Mertebesi

Hayat Mertebesi
Hayat Mertebesi
Cansız varlıkların ifadesi olan cemâdât âlemi, bitkiler âlemi olan nebâtat âlemi ve türlü türlü hayvanat âlemi kainattaki tını ve enstrümanı ile tefekkür edildiğinde hepsinin kendilerine has bir hayat mertebelerinin olduğu görülür. Bu kapsamda nebâtat ailesinden olan bir ağacın dalından budağından bir yerinden kesseniz zerre kadar acı duymadıklarını, ızdırap çekmediklerini ve irkilmediklerini görürsünüz. Allah o ağaca o kadar minimal bir hayat mertebesi vermiş ki, ona o hayat kâfidir. Çünkü o ağaç çok acımasız işlerde istihdam edilecektir. Eğer yüksek bir hayat standardı ile serfirâz edilseydi o ağaca verilen hayat onu perişan eder, onun ızdırabı olurdu. Cemâdâtın bir üst mertebesi olan nebâtat kendini korumaktan âciz bir şekilde  hayat mertebesi bu şekilde devam ederken, nebâtat âleminin bir üst metrebesinde olan hayvanların ise kendisini koruduğunu, ancak dayısını koruyamadığını temâşa edersiniz. Kurban Bayramı geldiği zaman teyzesi, halası, torunu kesilecek, hayvanı hâlâ rahat rahat otunu yer görürsünüz. Ona da öyle bir hayat mertebesi lazım. Yaratılanların iftiharı olan insanların ise bırakın kendilerini veya yakınlarını, ozon tabakası delinince canı sıkılır, balinalar deniz kıyısınına vurmuş olsa keyfi kaçar. Deniz dibinden uzayın derinliklerine kadar hassasiyeti olan insanoğlunun koordinatlarının nerelere kadar vüsatli olduğunu idrak edebilmek hayat mertebesinin de câmiyyetini gösterir. Allah insana münasip bir hayat tarzını, ona müsait bir fıtratı bu küllilikte bahşetmiş.

Hayvanlar her şeyi bilerek sanki başka bir âlemde terbiyeye ve tekâmüle mazhar olmuş gibi dünyaya gelirlerken, insan öğrenme istidadıyla ve terbiyeye aç bir şekilde dünyaya geliyor. Âleme tefekkür nazarıyla bakarsanız bir ördek yavrusu yumurtadan çıkar çıkmaz hemen suda yüzmeye başlıyor. O ördek yavrusuna sormak lazım; senin Arşimedin kim, suyun kaldırma kuvvetini nereden biliyorsun? Biz yüzmeyi öğrenme adına haftalarımızı harcıyoruz. Tavuk yumurtayı ilm-i ilâhiden öğrenerek gelmiş, biz daha menemen yapmayı burada öğreniyoruz. Bir elma ağacını düşünün, binlerce yavrusu var hepsini besliyor, biz bir çocuğun hakkından gelemiyoruz. Yüce Yaratıcı burada acziyetimizi o kadar gözümüzün önüne seriyor ki, insan talim ve terbiye ışığında mahiyetinin gereğini yaparak ahsen makamına, şeref payitahtına ulaşabisin.


Yapma isteğinizin olması, yapabilme kabiliyetinizin varlığına dalalettir. İşte bu noktada Allah'ın insana ikram ettiği kuvva ve hissiyatlarına fıtrî bir kayıt koymayıp serbest bırakmasının nedeni, insanın yetenek ve kabiliyetlerini terakki ettirerek inkişaf etmesine vâbeste olması hasebiyledir. Bu adeseden nazara alındığında insana verilen bu nihayetsiz istidad, insanın mükerrem bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır.

Çocuklarınıza baştan aşağıya değişik kabiliyet  ve yeteneklere gebe bir birey olarak en son ne zaman baktınız? Nihayetsiz istidatları içinde barındıran çocuğunuzun başını okşarken bir daha düşünün..!
Thursday, January 26, 2017

İnsan Mahiyetinin Külliliği

İnsan Mahiyeti
İnsan Mahiyetinin Külliliği
İnsan mahiyeti itibari ile kâinatın özü ve özetidir. Kainatta ne varsa insanda da o vardır. Kâinat mükemmele hamile kılınmış ve bahşedilen donanımla insan kainata serpilmiş mükemmelliklerin tecemmû ettiği bir varlık olmuş. Allah, insanı mükerremiyyet  arşında yaratması hasebiyle de 'Eşref-i Mahlukat', 'Halife-i Rûy-i Zemin', 'Ahsen-i Takvim' unvanlarını insan için takarak bir değer atfetmiş. Bu iltifata namzet bir insan ile diğer bütün canlıları yetenekleri ile birlikte koyup terazide tartsanız insan ağır gelir, tartar diğerlerini. Bu tartma maddeten değil mahiyeti itibari ile ve  değer noktasındadır. Çünkü insanda câmiiyet  özelliği vardır. Fakat diğer canlılarda câmiiyet hususiyeti yoktur. Diğer mahlukatın özellikleri hudutludur sınırlıdır, yani hayat standartları bellidir. Allah insana öyle bir donanım vermiş ki terakkiye nigehban. İnsanın aklı, fikri, düşüncesi yani bütün âzâları câmi. İnsan, kendisine nimet olarak verilen aklı ile bütün kâinatı tartabilmektedir.

Hayvanat alemini tarassut ettiğinizde ise balık sadece bir tek şeyi yapıyor. Balık, asırlardır insanın salladığı oltayı tanıyamıyor. Aslanlar hala kebap yapmayı bilememekte ve eti kanlı bir şekilde yemeye devam etmektedirler. Yani medeniyet nokta-i nazarıyla hayvanat âleminde  bir milim ilerleme yok. Dünyada yaratılan ilk inek  ne ise şimdi de aynı. Sığıra verilecek bir tutam ot, hakikatını ifade etmeye yeterli olmakla birlikte insanoğlunun içsel alemi, ruhsal donanımı ve aklî melekeleri muvacehesince hakikat nokta-i nazarı farklı bir perspektif kazanmaktadır. Bu çerçevede mükerrem olan insana baktığınızda Yüce Yaratıcının kudretinin kemâlinin tezahüratını gözlemlemektesiniz. İlk insan taşı yontamıyordu, şimdi uzay gemisine biniyor.

Yüce Yaratıcı tarafından verilen ihsanlar ve ikramlar mahlukattaki mahiyet farklılıklarını oluşturuyor. Bir adamın omzundaki apolet çerçevesi ile 2 yıldız insanı üsteğmen yapar,3 yıldız da yüzbaşı yapar. Yani yıldızlar adamın mahiyetini geliştirmektedir. Unutulmamalı ki insanın diğer yaratılanlar nezdindeki büyüklüğü mahiyetinin külliliği nispetindedir.
Wednesday, January 25, 2017

Mâhiyet-i İnsan


İnsan Mahiyeti
Mâhiyet-i İnsan
Deve dikeni yutmak kadar zor olan insan yetiştirmek, adamı çatlatır. Mâhiyetinin derinliğine vakıf bir gavvas ufkudur bu.
“Adamın biri kumsalda yürürken ayağı eski bir lambaya takılmış. Lambayı kumların içinden çıkararak;   
'Niye olmasın belki bunun içinden cin çıkar' deyip  ovalamış. Gerçekten de koca bir cin  çıkmış lambadan. Adam çok şaşırmış, cin başlamış konuşmaya;
'Tamam tamam, beni lambadan kurtardın anladık. Bu ay içinde dördüncü çıkarılışım amma yapacak birşey yok. Sadece bir dilek hakkın var unutma'.
Adam oturmuş ve bir süre düşünmüş ;
'Her zaman Hawai'ye gitmek istedim ama deniz beni çok kötü tutar, uçaktan da korkarım. Benim için bir köprü yap, böylece arabayla oraya gidebileyim' demiş.
Cin gülmüş ve;
'Bu imkansız. Bu işin lojistiğini bir düşün! Köprünün ayakları nasıl Pasifik Okyanusun'un dibine ulaşabilir? Ne kadar beton ve ne kadar çelik gerektiğini bir düşün. Sen en iyisi başka bir dilek düşün' demiş.
Adam bu sefer başka bir dilek sunmuş cine;
'Ben bu insanları hiç anlamıyorum. Kendime dost seçiyorum, çok bağlanıyorum, bir zaman sonra selamı kesiyorlar. Birini çok seviyorum, ben severken sevmez oluyor. Birine güveniyorum daha sonra beni düşman sanıyor. Kime meramımı anlatsam beni ya anlamıyor, ya da yanlış anlıyor. Bana insanları tanımanın yolunu öğret.'
Bu istek üzerine cin şöyle cevap verir;
'Köprü iki şeritli mi olsun, dört şeritli mi ? J                  
Kâmil manada insan yetiştirmek için de insanın mâhiyetinden haberdar olunmalı. İnsan, düşünme eyleminin öznesidir. İnsanın bu ayırt edici özelliği, onun varlık koşullarını da belirlemektedir. İnsanın evrendeki varlığı onun bilgi serüveni ile anlam kazanmaktadır. Bu nokta-i nazarla insanın mahiyetine de bakacak olursanız, insan bir nüsha-i câmiadır. Gören gözler için her yeşil ağacın yaprağı bir sahife ise, okumasını bilen için de her insan bir kitaptır. Ağacı çeğirdeğe hülasalayan Allah, kâinatı da insana hülasalandırmıştır. İnsanı diksen kâinat çıkar, kâinatı diksen insan çıkar yani.
Bu kadar geniş çerçevede değerlendirilmesi gereken insanın tâlim ve terbiyesinde çocuğumuzun derinliğinden bîhaber miyiz acaba? Nice yetenekleri bünyesinde barındıran evladımızı bir kaç dersin notu ile değerlendirmek yanlış olsa gerektir. Farkındalık kuşağında kaçırmamamız gereken nice süreçleri unutmayarak çocuklarımıza haksızlık etmeyelim. 
Tuesday, January 24, 2017

Çocuk Eğitiminde Reaktif ve Proaktif Yaklaşımlar -2

Tembellik
Çocuk Eğitiminde Reaktif ve Proaktif Yaklaşımlar
Ayaklar yürüyüşün, adımlar da davranışların emaresidir. Olaylar gerçekleşmeden önce gölgeleri gelir. Kış gelmeden önce sonbahar gelir ki hazırlıklar tamamlansın. Proaktif yaklaşımla sorun çözme dediğimiz bu sistemde kriz olsa bile tedbirler önce alındığı için kişiyi sarsmaz. Çocuğun davranışlarında beliren küçük sıkıntıların tereyağından kıl çeker bir anlayışla çözülebilmesi proaktif bir yaklaşımla mümkündür.

Ancak günümüzde reaktif ebeveynlerin çoğunlukta olduğunu görürüz. Kış gelecek ama belki soğuk olmayacak, yağmur yağmayacak düşüncesi ile kış ayını sonra düşünelim mülâhazasına sahip ebeveynler reaktif yaklaşımla sorun çözmekten ziyade sorunu katmerleştirebilmektedirler.

Kapalı sistemlerde ortaya çıkan problemlerin kaynağında reaktif yaklaşımların hatırı sayılır bir etkisi olduğu muhakkaktır. Özelikle çocuğunuz anlamsız bir şekilde hızlı yürüyorsa, tırnak yiyorsa, kendisine fiziksel olarak, görsellik olarak ehemmiyet vermiyorsa kendisine zulmediyor demektir. Problemlerin gölgesi diye tabir edilecek bu tarz durumları ancak proaktif yaklaşımlarla çözmeyi başarabilirsiniz.

 “Nasreddin Hoca ile arkadaşları Konya'da bir eve akşam yemeğine davet edilmişler. Ev eski ve ahşap, bastıkça tahtalar gıcırdıyor, Hoca laf atmış :
-Evin tahtaları ses veriyor galiba!
Adam ukala ya :
-Bizim ev pek sofudur, ara sıra zikreder !
            Hoca laf altında kalır mı? :
-Ya aşka gelip secdeye varırsa?” J

Unutulmamalı ki reaktif yaklaşımların neticesi, tembelliğin ruhu sarmalamasıdır. Tembellik ruhsal bir hastalıktır. Tembellik istidatların ölüm döşeğidir. Etrafınızı dikkatli bir şekilde gözlemlediğinizde ‘canım sıkılıyor’ diyen tiplerin çocuklarının tembel ruhlu insanlar olduğuna şahit olursunuz.
Monday, January 23, 2017

Çocuk Eğitiminde Reaktif ve Proaktif Yaklaşımlar-1

Mevcut aile yapısı içerisinde, çıkması muhtemel komplikasyonlar adına tedbirli olmakta yarar var. Sorun çözme teknikleri açısından reaktif bir yaklaşımdan ziyade proaktif bir yaklaşımın sergilenmesi yerinde olacaktır. Proaktif yaklaşımlar, sonuca tesir edecek hususların profesyonelce yönetilmesinde başat rol oynar. Bu nedenle proaktif insanlar süreç yönetiminin de maestrosudur.

Reaktif insan tiplemelerinde ise süreç yönetimi sıfırdır. Sorunlarla yüz yüze geldiklerinde hangi refleksi göstereceklerini bilmediklerinden depresif vetireler yaşanır. Bu yüzdendir ki reaktif toplumlarda, yaşanılan sıkıntılara karşı çözüm dataları olmadığından, sorumluluktan kaçmak için bireyler olabildiğince yetki devri yaparlar. Böylece süreç yönetiminin en önemli bileşeni olan organizasyon ise kuru bir kalabalıkla başbaşa kalır. İster bireysel ister toplumsal alanda olsun, kainatta cereyan eden hadiselerin gidişatına ait alâmetlerden yola çıkarak şuurlanma adına yol almayı öğrenmek mecburiyetindeyiz. Zira reaktif nazariyenin içindeki toplum, her felaketin içinde sıkıntılara gebe başka sarsıntılara da kapı açmış olacaktır.
Sunday, January 22, 2017

Açık ve Kapalı Sistem

İçine Kapanık
İçine Kapanık
Siz kendinizi iyi tanımlarsanız başkasının da sizi gözlemlemesine fırsat vermiş olursunuz. Bu durum açık ve kapalı sistem içerisinde fıtrata meyan hareket eden bireylerle iletişimde çok önemlidir.
İyi bir gözlemci olan açık sistem bireylerin, dışarıyla bilgi alışverişi çok hızlı olup, değişim peşinden gelir. Dışarıya daima açık zihin sergilediği için de virüs kapma riski daha fazladır. Neticede de bilgi çabuk eskir. Bu tarz çocuklarla ilgilenmede gelişimin önünden gitmeli ve kendini daima güncelleyebilmeli. Kadîm mefkûre anlayışını güncelleyerek yenileyerek daima gayret sarfedilebilmeli.
İçe dönük yaşama formatındaki kapalı sistemde ise etrafı surlarla çevrili bir kale gibi insanla karşılarsınız. Kalıcı izli alışkanlıklar gözlemlenerek kapalı sistem bireylerin hâlet-i ruhiyesi hakkında bilgi edinilebilir.
Davranışların mayasındaki alışkanlıklar halata benzer, her gün bir life ilmek atarken sağlamlaşma adına da yol alır durur. Nitekim insan açlıktan değil, alışkanlıktan ölür. Alışkanlıkların dışa vuruşları itibar alınarak bireyi muhatap alma,  sağlıklı çözüm yöntemlerini de ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle de kapalı sistem bireylere emir vermeden bol bol soru sorarak teğet açılımlarla adım atmasına müsaade etmeli ve belki de iki ay gibi bir zaman zarfında  birebir ilgilenilmeli. Sabır ve ısrarı elden bırakmadan bir ilgilenme olsun ki entropilik bir durum söz konusu olmasın.
Sorunu ve sıkıntıları içselleştirip sahiplenen bireylerde oluşan entropi, kişiye hiç bir zaman da depar attırmayacaktır. Zira öldürmeyen sıkıntının, insanı daha da güçlendireceği akıldan çıkarılmamalıdır . Bu çerçevede insanlarla yol alırken , sıkıntıların kalıcı izale olması adına 'yaya hareketi' sergilenmesi yerinde olacaktır. Yani kapalı sistem bir mizacın açılmasına mühlet veren davranış inisiyatifini beklemek akıllıca olacaktır. Genellikle doğrudan yontarak muhatabı açmaya çalışma gayretinin beyhûde kalacağı unutulmamalıdır. Zira traş etmeden önce müşterisinin sakalını sabunlayan bir berber edasıyla hareket etmek fayda getirecektir.


Saturday, January 21, 2017

Çocuk Eğitiminde Beden Dili

Yukarıdan aşağıya sevgi, aşağıdan yukarıya saygı hâlesinde büyüteceğimiz çocuğun ruhun aynası mesabesindeki gözü ile kontağa geçerek duygu aktarımı ehemmiyet arzeder. Göz, beden dilinin fokus noktasıdır. İki karışlık bir çocuğa üstten baktığın sürece poyraz esmeye devam edecektir. Uyum fizikî davranışla başlar ve ruhen sağlamlaşarak devam eder. Çünkü her duygu kendini beden diliyle mutlaka ifade eder.
"Devir Yavuz Sultan Selim dönemidir. Yavuz' a yoldaş ve sırdaş olan nedimi Hasan Can ile birlikte Mısır seferine çıkacakları gün kayıkla Üsküdar'a geçerler. Nedendir bilinmez Sultan yoldaşına takılır:
 'Hasan Can kahvaltı yaptın mı?'
Hasan Can cevap verir:
 'Belî (evet) Sultanım!'
-Yumurta seversin değil mi?
-Belî Sultanım!
Aradan yıllar geçer. Yollar, muharebeler, insanlar, şehirler... Nihayet Mısır seferi biter, İstanbul'a gelirler. Şimdi yine sandaldadırlar. Ama bu kez yönleri Sarayburnu'nadır. Sultan ansızın Hasan Can'a döner ve :
 'Nasıl bre?' der.
Hasan Can'dan cevap ışık hızıyla gelir:
'Rafadan sultanım!” J
Birlikte düşünmek, beraber hissetmek. 'Hemhâl olmak' denilen şey bu olsa gerek.
Beden dilindeki uyum, davranışların da kalıcılığını artıracaktır. Uyum, birçok kabiliyetin yolunda bir ışıktır. Her insan sözlü veya sözsüz iletişim adına karşılıklı muhatap arar. Davranış biliminin geliştiği dönemimizde maalesef ailede ebeveyn , okulda da öğretmenler bilişim çocuklarıyla iletişimde zorlanmaktadırlar.
Günümüzde ikna döneminin çocuklarıyla etkili ve etkin iletişim kuramama yoksunluğu giderek artmaktadır. Bunun temel nedeni de bizlerin daha çok sözlü iletişim kuşağında yetişmesinden kaynaklanmaktadır. 'Ağlamayan çocuğa mama verilmez' ve 'derdini söylemeyen derman bulamaz' gibi atasözlerin bağrında yetişen bizler, beden dili ile ilgili ihtisasların mahrumiyetini yaşamaktayız. Bilinmeli ki iletişimde beden dilinin etkisi %55 iken kelimelerin kullanılış şekli %38 , sizin ne söylediğinizin oranı ise %7'den öteye gitmiyor.

Eğitim; kafayı geliştirmektir, hafızayı doldurmak değil. Fizyolojinin, mâlumat yığınlarının üzerinde baskın etkisinin hissedildiği bir süreçte, insan ruhuna tesiriyetin kesbedilebilmesi için beden dilinine çok iyi hâkim olmalı ve balınızı tenekeden değil kâseden sunmalısınız.
 Unutulmamalı ki iletişim bilgi değil, davranıştır.
Thursday, January 19, 2017

Hâl Dili...

Hal Dili
Hal Dili
Su, girdiği kabın şeklini alır. Öğrencinin devletle olan ilk münasebetinin gerçekleştiği okul ortamında, öğrenciye idealize edeceği zeminler oluşturma mecburiyetindeyiz. Bu zemin de  kâl dili olan öğretim formatının dışına çıkılarak, hâl dili olan eğitim formatları üzerinde sergilenecek gayretlerle sonuç bulacaktır. Çünkü nesil yetiştirmede önder vazife alan 'muvazzaf öğretmenler', tâlim ve terbiyedeki nakış izlerinin, şahıslarındaki nakkaş ufkuyla dantelalandığını idrakten çıkarmamalıdır.
Gırtlak ağalı yaparak sözün tesiriyeti kesbetmez. Sesin yüksek olması birşey ifade etmez ama, sözün yüksekliği muhatap adına çok şey ifade eder. Zira ağacın yapraklarını büyüten gökgürültüsü değil yağmurlardır.
Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenemeyeceğinden dolayı tâlim ve terbiyede de muhatap olduğumuz evladlarımızın fıtrat ve tabiatına göre bir kelam kullanmalı ki hakiki gayeye nigehban olunabilsin. Yoksa mahsul gayeli bir toprak zemininde çekirdekleri çürütürüz de bîhaber hayatımıza devam ederiz.

Eğitimde de hâl dilidir önemli olan. Söz, söyleyenin soluğundan anlaşılır. Sarımsak kokulu nefesimizle misk kokusundan bahsediyorsak nâ-hal bir dile sahibiz demektir. Bu sebeple ruhumuza ait olmayan hiçbir sesi seslendirmeyelim, tabiatımız haline gelmeyen hiçbir sözü ifade etmeyelim ve insanın nöronlarına kadar kalıcı iz bırakmak için söylenenlerin slogandan çıkıp yaşantımıza dair aksetmesi için efor harcayalım. 
Unutulmamalı ki çocuklarımız donmamış betona benzerler, üzerlerine ne düşerse izi kalır.
Wednesday, January 18, 2017

Güven Bağrında Sevgi - 2

Günümüzde bedenin ihtiyaçları azami derecede giderilirken, ruhun ihtiyaçlarına cevap verilememekte. Çocuk 'güven ve güven' bağrında boy atar, 'sevgi' dalında da yetişir. Çocukla iletişimin en önemli bileşenlerinin ebeveyn tarafından zamanın akışına bırakılması ilginçtir. Zira çocukla iletişim doğumla başlar, yaş seviyesine göre kuvvetlenerek temâdi eder. Bu süreçte de anne - babanın iletişim sermayesi hep 'güven ve sevgi' parametresi ile zenginleşir. Hem aile hem okul bu iki önemli hususa ev sahipliği yaptığı sürece de teoride kalan hiç bir şey kalmayacaktır. Sorunlu ve problemli gösterilen bireylerde çözümsüzlük sebepleri de bu iki hasletin ihmalinden kaynaklanmaktadır.
Ebeveyn, sevgisine sınır koymamalı ki çocuk duygu yoksunluğu yaşamasın. Zira sevmek, sevilmenin peşin bedelidir. Günümüzde yanlış addedilen ‘çocuğa çok yüz verirsen veya çocukla çok sık birlikte olursan kendine bağımlı yaparsın’ anlayışı, maalesef ailelerde hurafe olarak devam etmektedir. Ebeveyn bilmeli ki çocuk eksik kalan sevgiyi her zaman başka yerlere arayarak doldurmasını bilir.
Kâinat hiç bir metrajında boşluk kabul etmez iken, kendisine hizmet edilen beşer dünyasında bir boşluğun kabul edilebilirliği imkansızdır. Evde sevgi görmeyen evlad, başka yerde gördüğü küçük sevgilere hemen meyleder ve onun adına 'aşk' der. İnsan kaynayan bir tencere gibidir. Kaynayınca basıç artar. Ve siz subapını açmadığınız takdirde de patlamaya müheyya kılarsınız. Bir maden olan altın, fiziki şartlarda 1064 santigrat derecede erirken, altından daha kıymetli çocuğu  da sevgi hâlesiyle yavaş yavaş eritebileceksin ki tâlim ve terbiyede muvaffak olunabilsin. İnsanda kan pompalayan bir et parçası var ve Yüce Yaratıcı ona sevgi koymuşsa, size daima 'sevgi' pompalamak düşer. Trafo gibi olmak lazım ki etrafa  enerji yayarak sevgi potaları ikâme edilsin. 
Zira günümüz depresif hastalıklara en acil reçete, kişinin kendisi dışında da seveceği kimselerin varlığını hissetirmesi olacaktır.
Monday, January 16, 2017

Veresiye Sevgi Olmaz!

İnsanoğlu , zamanımızda güven duygusu sorunu yaşamaktadır. 

Günümüzde güven duygusu yoksun beşerî münasebetler yetim bir toplum prototipini de ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz zaman diliminde insanlık, çevresine 'güven' duygusu verme azmini taşımalıdır. Zira 'güvenilmek', 'sevilmekten' daha büyük iltifattır.

Kabuğumuza vurulan boyalar zamanla içimize işler. Bizler güven ve sevgi hâlesi etrafında çocuklarımızın nâzenin kabuklarına öyle dokunalım ki yürek ülkeleri duyuşsal anlamda ayrı bir enginlik kazansın.
Duyuşsal hedef dediğimiz davranış kazanımları ne zaman ki eğitim ağımızın içerisinde amaç olarak yerini aldı, işte o zaman karşılaşılan sorunlar da minimize olacaktır.

“Abbasi Halifelerinden Harun Reşid devrinde Bağdat’ta yaşamış olan ve veli olarak bilinen Behlül Dana Hazretleri, Harun Reşid’in hayatında önemli bir yer tutar.
    Bir gün Harun Reşid Behlül Dana'ya şöyle bir soru sorar:
    - Sen en çok kimi seversin ya Hazret?
    O da şöyle cevap vermiş:
    - Karnımı kim doyurursa onu severim!
    Harun Reşid bu sefer şöyle bir soru sormuş:
    - Eğer ben senin karnını doyurursam beni sevecek misin?
    Behlül Dana Hazretlerinin  cevabı da gecikmemiş;
  - Veresiye sevgi olmaz efendim! ”

Sevginin lafa değil eyleme ihtiyacı vardır. Çünkü sevgi ,histir. Karşılığında eylem ister, fedakarlık ister. Talim ve terbiye kuşağında madde ve mânâ eğitiminin temeli sevgi ise, götürü bedel usul veya veresiye anlayışıyla bir neslin yetişmesi düşünülemez.


İhale şartlarını bilerek anne-baba olan, ihale şartlarını göze alarak öğretmen olan kişilerin, öncelikli hedefi kalıcı izli sevgi hâleleri oluşturmak olacaktır. 
Saturday, January 14, 2017

Güven Bağrında Sevgi-1

Güven bağrından neş'et edecek sevgi, insan fıtratına derc olunan büyük bir sermayedir. Bu sermaye insanın limbik sistemini beslemesi açısından da hayatî öneme sahiptir. Bireylerin tahrip olan limbik sistemlerinden kaynaklı insanlık dışı vahşetlerin yaşandığı günümüzde, dimağ ve yürek rezonansını sağlayacak aile terbiyesi ehemmiyet kesbetmektedir.

Güven ve sevgi, çocuğun yeterliliklerini görmesine mahal verir. Ruhsal baskı, çocukların ufkuna gölge düşürür ve  yetersizlik sendromuna girer.Yetersizliğini farketmek ise endişeyi doğurur. İçsel uyumsuzluktan fırsat bulan enerjidir kaygı. Bu nedenle ebeveyn, evde yuva hâlesi estirmeye gayret etmelidir.


Aile ortamlarında yüksek sesli bağırmalar çocuğun güven tohumlarını zedelerken, aşırı koruyucu ebeveyn yaklaşımları da kaygı derinliğini artırarak çocuğun güven debisini en aza indirmektedir. 

Unutulmamalı ki insan ruhu nihayetsiz güven duygusuna muhtaçtır.
Thursday, January 12, 2017

Boynun Kırılmadan Boynunu Bükme

Ayakkabıyı hareket ettiren şey adımlardır. Adımlar hedeflere, hedefler de mefkure buudlu nesillere koşacaktır. İstikbale ait nesil, öyle bir yürüsün ki yürüdüğü yolda iz bıraksın. 

Hayattaki ayrıntılardır fırsata dönüşen. Onun için fırsatlara hazırlıklı bireyler yetiştirmeli ki çocuklarımızın stratejileri sağlam zemine bassın. Çocuğa 'boynun kırılmadan boynunu bükme' stratejisini öğretip, Sultan Fatih'in genç yaşta fethe müyesser kılındığını hatırlatmalı ve duruşuyla modelleme sunmalı. Motivasyonun ümit eksenli karakter tipleri ile desteklenmesi çocuğun umutlarını ziyâdeleştirecektir. 

Kaygıların dibe vurmasına mahal veren bu fikrî yetenek çalışmaları bireyde tatlı bir mefkure anlayışına da zemin hazırlayacaktır. Nitekim ağacın gayesi meyve, meyvenin de gayesi insandır. Demek ki insanın hayat kalitesinin içinde gayesin de gayesi diyebileceğimiz bir gâyet'ül-gâyât şablonu olmalı. 
Monday, January 9, 2017

Gâyet'ül-gâye

"Çiftlikten çiftliğe, yarıştan yarışa koşarak atları terbiye etmeye çalışan gezgin bir at terbiyecisi vardır. Gezgin babanın işi nedeniyle, çocuğunun orta öğretimi de kesintilere uğramıştır. Bir vakit okulda Türkçe Öğretmeni, öğrencilerinden büyüdükleri zaman ne olmak ve ne yapmak istedikleri konusunda bir kompozisyon yazmalarını ister.
Gezgin ailenin 13 yaşındaki oğlu, bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan yedi sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini de çizer. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da eklemeyi unutmaz. Ertesi gün hocasına sunduğu yedi sayfalık ödev, tam kalbinin sesi olur.
   Gezgin ailenin genç oğlu iki gün sonra ödevi geri alır. Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir "sıfır" ve "dersten sonra beni gör" uyarısı vardır.
   - "Neden 'sıfır' aldım?, diye merakla sorar hocasına çocuk...
   - "Bu senin yaşında bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal. Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce araziyi satın alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız" der hocası ve ekler:
   - "Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm."
   Çocuk evine döner ve uzun uzun düşünür.Bir müddet sonra babasına danışır:
  Babası;
 - "Oğlum! Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!" der.
   Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini, hiçbir değişiklik yapmadan geri götürür ve şöyle der hocasına:
   - "Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin, ben de hayallerimi!"
   O orta 2 öğrencisi bugün 200 dönümlük arazi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdığı ödev ise, şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı durmaktadır.

   Kişi aslında vazgeçtiğinde üzülür, kaybettiğinde değil. Unutmamalı ki vazgeçtiğin her şeyi, başkasına hediye edersin. Tercihten kaçınan da tercihini zaten yapmış demektir. Unutulmamalı ki ertelenen hayaller ve hedefler psikolojik sıkıntıların zeminini oluşturur.