Wednesday, February 8, 2017

Aile-Ergen Çocuk İletişiminde 'Kozalak Etkisi'

Kozalak Etkisi
Aile-Ergen Çocuk İletişiminde Kozalak Etkisi
Üzeri üst üste kiremit gibi sıralanmış, sert pullarla kaplı kozalakları hepimiz biliriz. Çam ağaçlarının tohumlarını içerisinde barındıran kozalakların pullarını açmadan önceki sert halini müşahede ettiğinizde çocukluğumuzun oyuncaklarından topaçı hatırlatır. Kendine has sertliğini gelecekteki yemyeşil çam ağaçlarının doğumu için saklayan kozalaklar, yaşam içerisindeki ergen çocuklarımızı da andırır. Nasıl yani? dediğinizi duyar gibiyim.
Ergen dönem çocuklarının içinde kendine özgü bireyselliği, heyecanı, kabiliyeti, yaşam amacı gibi var olan hususiyetler anne baba sıcaklığı ile bir bir açılmayı bekler. Ergen çocuk bu açılmayı zeminini bulduğu ebeveyn ortamlarında gerçekleştirir. Sert kabuklara bürülü bir ergen çocukla , bir o kadar sert ve şiddetli aile ortamlarında iletişim kurmada zorlanılacağı âşikardır. İşte tam bu çizgide ‘kozalak etkisi’ diyebileceğim bir formasyonun devreye girmesi elzemiyet kesbetmektedir.


Daha kendisini açmamış bir kozalağı, normal sıcaklıktaki sobanın üzerinde on beş dakika kadar koyarak gözlemleme fırsatını yakalayın. Kozalak sıcaklığa dayanamayarak belirli bir süre sonra o sert pullarını açmaya başlar ve çam kokusunu size enfes bir şekilde tattırır. Aynen bunun gibi benliğin zirvesindeki ergen çocukla anne- baba da sımsıcak bir yuvanın içerisinde sağlıklı iletişimlere medar bir hayata yelken açacaktır.

Sıcak aile yuvasının içerisinde etiketleme, söz kesme, ani tepki verme gibi davranışlardan uzak durarak ergen çocuğunuzu anlamaya ve onu önemsediğinizi hissettirecek bir davranış modeli geliştirmeye gayret etmelisiniz. Anne baba olarak kendi sıcaklık aurası içerisine alınan her ergen çocuk ‘kozalak etkisi’ ile kendisini size açacak, sizinle dertleşecek ve birlikte çözüm yolları bulabileceksiniz.

Unutulmamalı ki her ailede sorun vardır ama her ailede sorunları çözebilen bir anne baba yoktur.
Tuesday, February 7, 2017

Çocuğun Şahsiyet Binasının Mimarı Anne

Çocuğun Mimarı Anne
Çocuğun Mimarı Anne
İnsanın en birinci ve tesirli muallimi, onun vâlidesidir. Nitekim bir atasözünde 'el-ümmü medresetün' (Anne  mekteptir /okuldur ) ifadesi meşhurdur. 
Anne, çocuğunun ruhunda kalıcı izler bırakmak suretiyle ilk ve en önemli mürebbî olarak karşımıza çıkar. Çünkü anne demek, 'ruhla  cesedin tanıştığı ilk yer' demek. Annenin ağzından dökülen her sözcük, çocuğun şahsiyet binasına konulan tuğlalar gibidir.  
Anne yüreği çocuğun eğitim gördüğü bir sınıftır. İlâhî nimet olarak şefkatin en büyük kaynağı annelere ihsan edilmiştir. Anne terbiyesinden mahrum çocukların tâlim ve terbiyesi güçleşirken, yüksek karakterli kişilerin daha ziyade sâliha annelerin yetiştirdiği çocuklar olduğu gözlemlenmektedir. Çünkü kadında analık vasfı var, erkeklerde bu özellik yok. Kadın bu ilâhî tecelligâhın güzelliğini bilmeli.
Evlât terbiyesi, eşine  hizmet ve ev işleri gibi kıymetli vazifeleri vefâkâr omuzlarına alan fedâkâr bir anne, aslında engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır. Anneden alınan telkinat ve terbiye dersleri, insanın fıtratında âdeta maddî vücudunda çekirdekler hükmünde yerleşir. İstikbalde de  öğrenilen her şey  o çekirdekler üzerine bina edilir. Çocuklara yapılan  telkin, büyüdüklerinde huy, davranış ve fikir olarak tezahür eder. Vâlide, tâlim ve terbiye basamağında maya olacaksa formasyon açısından ıskalanmaması lüzumunu doğurur. Çocuğun hem biyolojik embriyosunun hem de ruhsal embriyosunun gelişiminde ehemmiyetli bir vazife görür.
Şair Seyri, bu durumu enfes ifadesi ile özetler:
"Olmalı harcı sağlam, baba evin direği                                            

 Olmalı sımsıcak gül, anne evin yüreği."
Monday, February 6, 2017

Mahrûti Bakış Açısı ile Tarihî Bir Seyir

Mahrûti Bakış Açısı ile Tarihî Bir Seyir
Mahrûti Bakış Açısı ile Tarihî Bir Seyir
 "Vaktin birinde padişahın biri tebdil-i kıyafetle vezirini de yanına alarak, tebaasının nabzını yoklamak için gezintiye çıkar. Bakar ki bir evin bahçesinde ihtiyar bir kadın fidan çapalamaktadır. İhtiyar kadına selam verdikten sonar padişah;
-‘Teyzem ne yapmaktasın?’ diye sorar.
-‘Evladım görmüyor musun fidan dikmekteyim’ der  ihtiyar kadın.
Padişah:
-‘Teyzem görüyorum amma, senin yaşın ilerlemiş, kaddin bükülmüş, ölüme merdiven dayamaktasın. Meyvesini bile belki göremeyeceğin bir fidanla uğraşmaktasın.’
İhtiyar kadın alnından dökülen boncuk boncuk terleri siler ve:
-‘Evladım, şu karşıdaki meyvedar ağaçları görüyor musun? İşte o ağaçları bizden evvelkiler dikmiş biz yiyoruz. Biz de bu fidanları dikeceğiz ki bizden sonrakiler yesin.
Tebaasının içinden ihtiyar bir kadının bu sözü söylemesi padişahın çok hoşuna gider ve vezirine ‘teyzeme bir kese altın ver’ der.
İhtiyar kadın:
-‘Gördün mü evladım bizim fidan şimdiden meyve verdi.’
Padişah, bu söz üzerine de tebessüm eder ve vezirine bir kese altın daha verdirtir.
İhtiyar kadın:
-Evladım der, sen hiç gördün mü bir fidanın bir yılda iki kere semere verdiğini?
Padişah vezire bir kese altın daha verdirtecektir ki, vezir padişahın kolundan tutar:
-Aman padişahım, bu teyze biraz daha konuşursa biz geriye göynekle döneriz."J
Enaniyetin ve benmerkezciliğin kimlik olarak yansıtılmaya çalışıldığı şu asırda insanlığımız ne kadar da o teyzemizin ufkuna muhtaç. Bilinmeli ki bugünü ihmal edip değerlendirmeyenlerin yarınki dünyalarında temennî sadâlarından başka bir şey duyulmaz. Temenniyle gül bitmez. Ekilip çekirdeği çatlamayan tohum meyve vermez.

Evet Anadolu analarının bu mahrûti bakış açısı ile tarih seyredip durdu. Bir büyüğün  ifadesi ile ‘bizler bizden öncekilerin ekip biçtikleriyiz, bizden sonrakiler de bizlerin gayretlerinin semeresi, meyvesi olacaktır’. Bilinmeli ki tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.
Sunday, February 5, 2017

Tarihsel Kimyamızın İçindeki Tekamül Eğitimi

kafa ve kalp mutluluğu
Tekamül Eğitimi
Tarihsel kimyamızda yer alan tekâmül eğitimi günümüzde niçin önem arz etmektedir acaba? 

Zimamı elinde bulunduran nâdide milletimizin ufkunda gaye 'insan' olmakla birlikte gâyet'ül gâyesi de 'insaniyet-i kübrayı' yakalamaktır. 

Kafa - kalp bütünlüğünün sağlandığı tekâmül eğitimiyle  dırahşan çehreli evlatlar bu sayede iki kanatlı kuş misali yetişme şansına da sahip olacaklardır.

Bu nedenle günümüzde insana bahşedilen donanımın kazınımının kafa ve kalp izdivacının sağlandığı bir eğitim metodolojisiyle gerçekleşeceği aşikardır. Kalbî hayatın zaafa dûçâr olmadan sadece dünyaya dönük bir tâlim ve tahsille yetinmeyip uhrevî pencerenin de her dâim çocuk ruhunda diri tutulması gerekmektedir. Zira bugün çocuklarımızı bekleyen tehlikelerin başında onların mâneviyattan uzak yetiştirilmeleri gelmektedir. 

Günümüzde  elinde diploma tomarları ile karşı karşıya kaldığımız gençlerle alakalı toplumda nesil enkâzının sayısız hazin misâlleri vardır. Ahlak zedelenmesi yaşandığı günümüzde çocuklarımızın sînelerine îman ve Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem)'in yüce ahlâkının kalplerde otağı kurmasıyla hakiki manada gelecek nesillere miras sunulmuş olacaktır.

Duygulardan mahrûmiyete sebep olmadan hakiki vicdan ufkununu yakalamanın ifadesini, İstiklâl şâirimiz Mehmet Âkif şu şekilde beyan eder;
"Îmandır o cevher ki, ilâhî, ne büyüktür,
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür".

Asr-ı cehalet devrinde Arap toplumu, bugün bile anlatılırken tüyleri diken diken eden cahiliyye gayyasının içinde yüzmekteydi. Korkunç bir karanlığın içinden muazzam bir asr-ı saadet devresine kısa zamanda geçiş kolay olmamıştır. Zira iç ve dış nûrları sönmüş bir toplulukta insan kıymetinden mevz-u bahis edilemez.

İşte o karanlık devirden bir tablo. Rûhânî aydınlıktan mahrûm olunan bu cehalet döneminde kızlar diri diri toprağa gömülür ve kendilerince kız çocuğu sahibi olmanın verdiği acziyetten kurtulduklarını zannederlerdi. Hadiseyi daha küllî bir nazarla ele alacak olursak, o karanlık devrin insanları altından kalkamayacakları bir vebalin altına girmişlerdir ama İslam fıtratı üzerine doğan her çocuk gibi o gününün kızları cennete gitmişlerdir.

1500 yıl sonrasına geldiğimiz günümüzde ise yetişkinler olarak, geleceğin imarına çalıştığımız gençlerimizin kalp ve kafa dünyalarını imar edemedik. Asr-ı cehaletteki kızlar ceseden gömülüyorlardı ancak mânen kurtuluşa ermekteydiler. Günümüz gençleri ise ceseden ölmüyor fakat kalp hayatları, uhrevi dünyaları ölmektedir. Netice olarak asr-ı cehaletin kız çocuklarının durumu mu daha ciddi, yoksa iman mahrumiyeti yaşatılan günümüz gençlerimizin  mi durumu daha ciddi?
Saturday, February 4, 2017

Dünyada Mevsimsel Mutluluk Dağıtanlar!

Dünya Mutsuz
Dünyada Mevsimsel Mutluluk Dağıtanlar
Bugün dünyanın değişik ülkelerinde uzmanlar 'mutlu insan' profili için değişik teoriler ortaya koymaktadırlar. 

Doğu ve batı endeksli teorileri incelediğimizde, doğuda mistik bir modelin ön planda olduğu ve ruh üzerindeki terapilerle temâdi bir mutluluğa yelken açması amaç edinilmiştir. 

Batı insanı ise zihinsel mutluluğu, kafa mutluluğunu sağlama noktasında bir model ortaya koyarak çeşitli kişisel gelişim modelleri ortaya çıkarmışlardır. 

Biri Kai-zen teorileri ile kâmil insan arayışında mutluluk çizgisini ortaya koyarken 'aklı' ihmal etmiş, diğeri de NLP modeli ile kişisel gelişim paradigmaları çerçevesince aklı ön planda tutup 'kalbi' ihmal etmiş ve her iki öğreti de mevsimsel reçeteler sunmaktan öte gidememişlerdir. Hâlâ geçici mutluluk prospektüsleri ile oyalanan doğu ve batı, maalesef intiharların önüne geçememekteler. 

İnsanın fabrika ayarlarındaki inanç modu aktif hale getirilmediğinden de bu üzücü hadiseler yirmi birinci yüzyılın çocuklarınca sıradanlaştırılmıştır. Oysa ki intihar, insanın kendine savaş açmasıdır. Saldırısını kendine yöneltmesiyle ortaya çıkan kişilik bozukluklarının sonucudur. Dünyada mevsimsel mutluluk dağıtanlar, kişinin kendisiyle mücadelesinden çıkacak özgüvene yatırımla, insanlara durum endikasyonları sunmaktalar. Ancak intihar,  inanç perspektifiyle kulluğun iflasıdır. 

Madde ve mânâ eğitimi adına dünya ölçeğindeki eğitim formatlarının günümüz insanına sağladığı katma değerin ihtiyaca cevap verip vermediği ortadadır. Zira kanat var şahini padişaha uçurur, kanat var akbabaları leşe uçurur.
Friday, February 3, 2017

Bireyin İştihası Konsepti

Bireyin İştihası Konsepti
Bireyin İştihası Konsepti
Günümüzde insanlar, 150 m2 lik evlerde kendilerini asimetrik detaylarla hareketlendirilmiş    tasarımıyla 
derin ve geniş hacme sahip kompakt bir yelpaze içerisinde  adına 'yaşam ünitesi' denilen televizyon dünyasında kaybolup gitmektedir. Bunun adına yaşam ünitesi değil 'ölüm ünitesi' demek daha uygun düşer. Nitekim eskimez insanlar bu yaşama 'mezar-ı müteharrik' kavramını daha muvafık görürler.

İnsanın hayat konsantrasyonu hayata verdiği anlam değeriyle ivme kazanır. Nitekim yaşamın anlamını kaybetmek, yaşamayı kaybetmekten daha kötü bir durumdur. 

Günümüzde ev dediğimiz hânede baba yürüyen hizmetli, anne aşçı ve çocuklar da yemekhanede yemek yiyen müşteri anlayışı ile bir yaşam sürmektedir. Oysa ki mutfak ve lavabo arasında mekik dokunan bir aile yuvasından vizyoner bireylerin tevellüd etmesi muhaldir. Tüketim endüstrisinin kurbanı olan asrın insanı , bireyin iştihası  konseptini doyurmaya çalışmaktadır.


İnsanları daha da ferdîleşmeye götüren bu hayat tarzı bugün kısır döngüye dönmüş ve aileler arayışa geçmeye başlamışlardır. Unutulmamalı ki çocuklarımızda zihnî kirlenmeye medar  argümanları hayatın gayesi addettiğimiz sürece kalbin tasaffî olması mümkün hale gelmeyecektir.
Thursday, February 2, 2017

Ataletin Kaynağı

Ataletin Kaynağı
Ataletin Kaynağı
21.yy. insana, Yüce Yaratıcı tarafından ihsan ve ikram edilen cevherleri kaybettirip kişiyi et ve kemik doldurulmuş bir deri çuvala indirgemiştir ki , bu ahval insanı yalnız menfaatini düşünür hâle getirmiştir.


Dünyada olmanın bir maliyeti , bir bedeli var. Unutulmamalı ki insan,  fotosentez yapmak için gönderilmemiştir dünyaya. İnsanlık medeniyetinin kâmil manada inşa projesine evde çizgili pijamayla oturarak sahip çıkamayız. 

Mânâ köklerimizden neş'et eden ve cehaletin panzehiri olan meseleleri yarı uykuyla götüremeyiz. Günümüzde atalet , yeknesaklık ve heyecan yorgunluğu insanların ufkuna nezle gibi bulaştı. 

Psikolojik bir kanser olan ataletin ikametgâhı beyindir. İnsanlar, başlarına gelen olaylardan değil, o olayları yorumlama şekillerinden atalete düşerler. Beynin ürettiği düşünce plazması açısından da, gayesi yokluk olan kişiler sınırlı düşünceye sahip oldukları için güdü ve motivasyon oluşturamazlar. Unutulmamalı ki sınırlı düşünceler , sınırlı insanlar üretir. Kendini sınırlandıranlar da sınırın ötesine düşman olurlar.
Wednesday, February 1, 2017

Hayat Merdiveninizin Dayandığı Duvar Yanlış mı?

Hayat Merdiveninizin Dayandığı Duvar Yanlış mı?
Hayat Merdiveninizin Dayandığı Duvar Yanlış mı?
İnsanların hayat tantanası içerisinde odaklandığı ve ehem arzettiği şeylerin değer ölçüsü birbirinden farklıdır. Fıtratın sanatındaki hârikuladelik olan, 'bir şey ne kadar küçükse kıymet-i harbiyesi de kainat çapındadır' anlayışıyla hadiselere bakmak ve değer atfetmek insandan beklenen bir istidat yeteneği olsa gerek.

Kâinatın içerisinde ilk insandan günümüze kadar değişmeyen bir şey varsa, o da kâinatın câri kanununa yerleştirilen her şeyin farkındalık sahası içerisinde bir
kadr ü kıymete sahip olduğudur. Her dâim öğrenmeye muhtaç olan beşerin, istidatlarını keşfetme yolculuğunda bir dalgıç hassasiyeti göstermesi elzem gözükmektedir.

İnsanoğlunun ilk hayvanlar âlemi belgeselini canlı izleyen Kâbil'in aldığı farkındalık eğitimine kıyasla, bizler acaba hangi ruh dünyamızla günümüz belgesellerini izlemekteyiz? Su içmek isteyen bir antilop sürüsünü takip eden timsahların avlanma anları mı, yoksa bir çıtanın hızla kaçmaya çalışan ceylan yavrusunu yakalama anları mı size keyif vermektedir? Ya da bacağı yaralanan bir fil yavrusuna sürüsüne katılabilmesi için anne filin refakat ettiği belgesel anları mı ruh dünyanızda sükûn rüzgarları estirmekte veya tefekkür dünyanızı kanatlandırmaktadır? Veya hayat mücadeledir düşüncesi mi farkındalık eşiğinizi oluşturmaktadır?  Dikkat edin tavşan tilkiden daha hızlı koşar. Çünkü tavşan 'hayatı' için,  tilki ise 'yiyeceği' için koşar. Acaba insanoğlu nefes alıp verdiği bu dünya hayatında hangi maksatla koşmaktadır?


Görülüyor ki insan yaratılış itibari ile işin bidayetinde öğrenmeye muhtaç iken nihayetinde tâlim ve terbiye ile terakki ederek donanım sahibi olmaktadır. Bu da farkındalık pusulanızı, öğrenmenin öğrenilmesine  endeksli tevcih ettiğinizde gerçekleşecektir. Yoksa insanların hayat merdivenlerini tırmanıp zirveye vardıklarında karşılaşacakları durum, merdivenin dayandığı duvarın yanlışlığı olmasından öteye gitmeyecektir.
Tuesday, January 31, 2017

Marka Ürün Marka Ürünlerde Sergilenir!

Marka Ürün Marka Ürünlerde Sergilenir
Marka
"Büyükşehirde adamın biri şehir merkezinde gezerken, yeni açılmış beş katlı bir mağaza dikkatini çeker. Giyimden züccaciyeye, ev dekarasyonundan temizlik ürünlerine kadar her şeyin olduğu bu mağazaya girip, bir kravat alma bahanesi ile gezeyim diye düşünür. Girişteki görevli bayana yaklaşarak:
-'Ben bir kravata bakacaktım da' der.
Standdaki görevli bayan:
-'Kravat reyonumuz bir üst katta beyefendi' der.
Adam bir üst kata çıkar ve görevliye kravat için geldiğini söyler.
İkinci kattaki görevli bayan:
-'Beyefendi! Kravatı desenli mi, desensiz mi düşünürsünüz? der.
Adam:
-'Desenli olsun' der.
Görevli bayan desenli kravatlar için adamı bir üst kata yönlendirir.
Adam yavaş yavaş sinirlenmeye başlar, kocaman mağazanın içerisinde kravat reyonlarının ayrı ayrı yerlerde sergilenmesinden.
Üçüncü kata çıkan adam:
-'Desenli bir kravata bakacaktım hanımefendi' der.
Bayan:
-'Kravatınız puanlı mı olsun, puansız mı?' der.
Adam:
-'Puanlı olsun' der.
Görevli bayan adamı bir üst kata yönlendirir.
Adamın artık iyice sinir katsayısı artmaktadır. 'Neyse' der ve merdivenleri adımlar.
Dördüncü kattaki görevli bayana:
-'Hanımefendi! Ben desenli ve puanlı bir kravat almak istiyorum' der.
Bayan:
-'Beyefendi! Kravatın renkleri ağır tonda mı yoksa hafif tonda mı olsun?' der.
Adam sinirli bir şekilde:
-'Hafif tonda olsun' der.
Bayan, adama bir üst kattaki reyonda bulabileceğini söyleyince, adamın şarteli atar. Hızlı ve öfkeli bir şekilde merdivenleri çiğnerken, bir taraftan da mağazanın nasıl olsa son katına çıkıyorum, çatıya yönlendirecek halleri yok ya! diyerek beşinci katın görevlisine yaklaşır ve:
-'Hanımefendi! Ben desenli, puanlı, renk tonları hafif olan bir kravata bakacaktım' der.
Görevli bayan:
-'Evet aradığınız kravat tam da bu reyonumuzda' der adamın önüne sergiler.
Adam, bir anda beş katlık yorgunluğunu unutacak seviyeye gelir. Tam da kravatı almak için elini uzattığında, bayan görevli engel olur ve:
-'Beyefendi! Bu kravatı hangi gömleğinize takacağınızı öğrenebilir miyim?' der.
Adam sinirli bir şekilde:
-'Yahu istediğim gömleğime takarım, size ne?' diye cevap verir.
Görevli bayan, gayet soğuk kanlı bir şekilde:
-'Beyefendi! Bizim mağazamızın bir vizyonu var. Marka ürün marka ürünlerde sergilenir. Bizim genel prensibimiz bu. Biz alınan ürünleri müşterimizin üzerinde mutlaka görmek isteriz' der.
Adam, ısrarlı bir şekilde kadına direndi ise de kravatı alamaz. Ve öfke boyutunun mağazaya sığmaz haliyle beş kattan aşağıya doğru hızlı hızlı inmeye başlar. Tam birinci kattaki dönerli çıkış kapısına geldiğinde, elinde klozet olan bir müşteri ile karşılaşır. Şaşkınlığın merakında, elinde klozet olan adama:
-'Hemşerim! Elindeki bu klozetle nereye gidiyorsun?'
Adam cevap verir:
-'Ben bu mağazaya bir tuvalet kağıdı almak için gelmiştim de....'😄 
Monday, January 30, 2017

Farkındalık


Farkındalık
Farkındalık
İlk aile Ademoğullarından Hâbil ve Kâbil’in yaşadıkları insanoğlu için ibretâmizdir. Kâbil malum olan cinayet fiilinden sonra insan melekesi olarak akledemediği cansız bir Hâbil’i ne yapacağım sorusuna cevabı, Allah bir kargayla verdirmiş ve farkındalık oluşturmuştur.

İnsanın iç aleminin dalga boyutunu değiştiren yegane unsur, farkındalıktır. Ruhun penceresi olan göz, düşünme eyleminin de anahtarıdır. Onun için dir ki 'rü'yet' ve 'rey' kelimeleri aynı kökten türemişlerdir. Bazen insan için rü'yet vizyon olur büyük resmi görür, bazen de kendince güdük profilli bir hal alır.

Görme ve karar kılmada âciz insanoğlunun çok defa 'görmez misiniz ki!' veya 'düşünmez misiniz ki!' hitaplarıyla karşı karşıya kalmasının sırrı da buradan kaynaklanmaktadır.


Tünel görme hastalığı içindeki toplumun gördüğü şeyler üzerinde keçeleşmiş düşünceler içinde kalması, muhakeme gücünün azlığından kaynaklanmaktadır. Bir toplumda sürü psikolojisinin oluşmasındaki temel etkenin, farkındalık oluşturma gayretlerinin  azlığı olduğu söylenebilir. Nitekim motivasyonun en önemli bileşeni farkındalıktır. Bu sebepdendir ki 'uydum hazır olan kalabalığa' niyetiyle hareket edenler bugünün sürüsünün bir parçası olmuşlardır.
Sunday, January 29, 2017

Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama

Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama
Zamanı Öğüterek Değil Zamanı Gözeterek Yaşama
'Acûliyet şeytandandır, o işlerde  hayır yoktur, teennî ise Rahmandandır'  düsturu insanoğluna tiryak olmuştur. Teennî, zamanı öğüterek ağır vasıta gibi çalışma değil, zamanı gözetip işin vaktinde sür'atle yapılmasının adıdır. Bu nedenle acelecilik mezmum, sür'at makbul karşılanmıştır. Bu bağlamda söylenen ‘acele etmeden seri ol’ sözü mânidardır.

            'Bir Profesör yolda giderken önüne bir kadın geçiyor. Kadın diyor ki;
         -Hocam benim oğlum sizin fakültede okuyor, öğrendim ki 4 yıl okuyacakmış. Benim bir tek evladım var, bu bana lazım. 4 yıl değil de 2 yılda fakülteyi bitirme imkanı yok mudur? Bana yardımcı olsun işine gücüne baksın.
            Profesör diyor ki; ‘bak kadın, sen bana cevap ver. Senin oğlun ne olmak ister? Bir ceviz ağacı 30 yılda yetişir, fakat bir kavak ağacına 3 ay kâfidir. Kavak ağacı mı olmak istiyor, ceviz ağacı mı?'

Evet ceviz ağacından mobilyalar olur, yıllarca kullanırsın ve o mobilyalarla övünürsün. Ancak kavak ağacından domates kasaları, üzüm kasaları  olur. Planyaya bile gelmez, marangoz o kasaları işlemez çırağa verir, ondan mobilya olmaz. Unutulmamalı ki bir şeyin maddeten büyük olması mahiyetinin de büyük olduğu anlamını  taşımamaktadır.


Mükerrem ve mükemmeliyyete açık yaratılan insanoğlunun, hayat serencâmesinin imbiklerinden geçerken tâlim ve terbiyesi alelaceleye getirilmeden istidatlarının neşv ü nemâ bulması yolunda çaba harcanması, zamanın mirasçılarına bir vazife olsa gerektir. Zira damla, kendini tamamlayınca damlar.
Saturday, January 28, 2017

Acûliyet

Acelecilik
Acelecilik
Tâlim ve terbiye formasyonunun giderek zorlaştığı bir devirde çocuk yetiştirmek insanın mahiyetine nigehban olmakla  mümkündür. Ne yazık ki tüketim dünyasında insanlar acûliyet içerisinde hayatını tanzim etmeye çalıştıklarından kainatın en şerefli varlığı olan insan üzerindeki terbiye de kısır kalmakta ve vahşice yeryüzünü sindirmeye çalışmaktadırlar.

Günümüzde insanlar bu acelecilik adesesinden dolayı sun’î ve hormonlu yiyeceklerin esiri haline gelerek hastaneler tıka basa dolmuş, insanın tâlim ve terbiyesindeki acûliyetten dolayı da  hapishaneler tıka basa dolar olmuş. Bugün sentetik, sun’î olan her şey kâinattaki yeri itibari ile konulan yere yakışmıyor. Sentetik haline getirdiğimiz hayatta estetik arayışı yabani kalmaktadır artık.


Eşyada acûliyet sun’îliği getirmekte, hayvanlarda acûliyet hormonlu bir hayatı getirmekte ve insanda acûliyet de merhametsiz bir toplumu doğurmakta, strest ve anguazın eşiğinden ayrılmayan bir insanlık anaforu oluşturmaktadır. Bu asrın kuralsız ve ölçüsüz yaşamanın bedeli fizyolojik olarak obezite, psikolojik olarak ise stres ve bunalımdır. Kuralsız ve ölçüsüz bir topluluk da, acelecilik feveranı ile koskoca bir yığın haline gelir. 

Nitekim aceleciliğin ifadesi olan acûliyet, öfke ile kardeş duygulardır. Beşerî münasebetlerde dolaylı olarak muvazenesizliğin görülmesinin nedeni de bundandır.
Friday, January 27, 2017

Hayat Mertebesi

Hayat Mertebesi
Hayat Mertebesi
Cansız varlıkların ifadesi olan cemâdât âlemi, bitkiler âlemi olan nebâtat âlemi ve türlü türlü hayvanat âlemi kainattaki tını ve enstrümanı ile tefekkür edildiğinde hepsinin kendilerine has bir hayat mertebelerinin olduğu görülür. Bu kapsamda nebâtat ailesinden olan bir ağacın dalından budağından bir yerinden kesseniz zerre kadar acı duymadıklarını, ızdırap çekmediklerini ve irkilmediklerini görürsünüz. Allah o ağaca o kadar minimal bir hayat mertebesi vermiş ki, ona o hayat kâfidir. Çünkü o ağaç çok acımasız işlerde istihdam edilecektir. Eğer yüksek bir hayat standardı ile serfirâz edilseydi o ağaca verilen hayat onu perişan eder, onun ızdırabı olurdu. Cemâdâtın bir üst mertebesi olan nebâtat kendini korumaktan âciz bir şekilde  hayat mertebesi bu şekilde devam ederken, nebâtat âleminin bir üst metrebesinde olan hayvanların ise kendisini koruduğunu, ancak dayısını koruyamadığını temâşa edersiniz. Kurban Bayramı geldiği zaman teyzesi, halası, torunu kesilecek, hayvanı hâlâ rahat rahat otunu yer görürsünüz. Ona da öyle bir hayat mertebesi lazım. Yaratılanların iftiharı olan insanların ise bırakın kendilerini veya yakınlarını, ozon tabakası delinince canı sıkılır, balinalar deniz kıyısınına vurmuş olsa keyfi kaçar. Deniz dibinden uzayın derinliklerine kadar hassasiyeti olan insanoğlunun koordinatlarının nerelere kadar vüsatli olduğunu idrak edebilmek hayat mertebesinin de câmiyyetini gösterir. Allah insana münasip bir hayat tarzını, ona müsait bir fıtratı bu küllilikte bahşetmiş.

Hayvanlar her şeyi bilerek sanki başka bir âlemde terbiyeye ve tekâmüle mazhar olmuş gibi dünyaya gelirlerken, insan öğrenme istidadıyla ve terbiyeye aç bir şekilde dünyaya geliyor. Âleme tefekkür nazarıyla bakarsanız bir ördek yavrusu yumurtadan çıkar çıkmaz hemen suda yüzmeye başlıyor. O ördek yavrusuna sormak lazım; senin Arşimedin kim, suyun kaldırma kuvvetini nereden biliyorsun? Biz yüzmeyi öğrenme adına haftalarımızı harcıyoruz. Tavuk yumurtayı ilm-i ilâhiden öğrenerek gelmiş, biz daha menemen yapmayı burada öğreniyoruz. Bir elma ağacını düşünün, binlerce yavrusu var hepsini besliyor, biz bir çocuğun hakkından gelemiyoruz. Yüce Yaratıcı burada acziyetimizi o kadar gözümüzün önüne seriyor ki, insan talim ve terbiye ışığında mahiyetinin gereğini yaparak ahsen makamına, şeref payitahtına ulaşabisin.


Yapma isteğinizin olması, yapabilme kabiliyetinizin varlığına dalalettir. İşte bu noktada Allah'ın insana ikram ettiği kuvva ve hissiyatlarına fıtrî bir kayıt koymayıp serbest bırakmasının nedeni, insanın yetenek ve kabiliyetlerini terakki ettirerek inkişaf etmesine vâbeste olması hasebiyledir. Bu adeseden nazara alındığında insana verilen bu nihayetsiz istidad, insanın mükerrem bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır.

Çocuklarınıza baştan aşağıya değişik kabiliyet  ve yeteneklere gebe bir birey olarak en son ne zaman baktınız? Nihayetsiz istidatları içinde barındıran çocuğunuzun başını okşarken bir daha düşünün..!
Thursday, January 26, 2017

İnsan Mahiyetinin Külliliği

İnsan Mahiyeti
İnsan Mahiyetinin Külliliği
İnsan mahiyeti itibari ile kâinatın özü ve özetidir. Kainatta ne varsa insanda da o vardır. Kâinat mükemmele hamile kılınmış ve bahşedilen donanımla insan kainata serpilmiş mükemmelliklerin tecemmû ettiği bir varlık olmuş. Allah, insanı mükerremiyyet  arşında yaratması hasebiyle de 'Eşref-i Mahlukat', 'Halife-i Rûy-i Zemin', 'Ahsen-i Takvim' unvanlarını insan için takarak bir değer atfetmiş. Bu iltifata namzet bir insan ile diğer bütün canlıları yetenekleri ile birlikte koyup terazide tartsanız insan ağır gelir, tartar diğerlerini. Bu tartma maddeten değil mahiyeti itibari ile ve  değer noktasındadır. Çünkü insanda câmiiyet  özelliği vardır. Fakat diğer canlılarda câmiiyet hususiyeti yoktur. Diğer mahlukatın özellikleri hudutludur sınırlıdır, yani hayat standartları bellidir. Allah insana öyle bir donanım vermiş ki terakkiye nigehban. İnsanın aklı, fikri, düşüncesi yani bütün âzâları câmi. İnsan, kendisine nimet olarak verilen aklı ile bütün kâinatı tartabilmektedir.

Hayvanat alemini tarassut ettiğinizde ise balık sadece bir tek şeyi yapıyor. Balık, asırlardır insanın salladığı oltayı tanıyamıyor. Aslanlar hala kebap yapmayı bilememekte ve eti kanlı bir şekilde yemeye devam etmektedirler. Yani medeniyet nokta-i nazarıyla hayvanat âleminde  bir milim ilerleme yok. Dünyada yaratılan ilk inek  ne ise şimdi de aynı. Sığıra verilecek bir tutam ot, hakikatını ifade etmeye yeterli olmakla birlikte insanoğlunun içsel alemi, ruhsal donanımı ve aklî melekeleri muvacehesince hakikat nokta-i nazarı farklı bir perspektif kazanmaktadır. Bu çerçevede mükerrem olan insana baktığınızda Yüce Yaratıcının kudretinin kemâlinin tezahüratını gözlemlemektesiniz. İlk insan taşı yontamıyordu, şimdi uzay gemisine biniyor.

Yüce Yaratıcı tarafından verilen ihsanlar ve ikramlar mahlukattaki mahiyet farklılıklarını oluşturuyor. Bir adamın omzundaki apolet çerçevesi ile 2 yıldız insanı üsteğmen yapar,3 yıldız da yüzbaşı yapar. Yani yıldızlar adamın mahiyetini geliştirmektedir. Unutulmamalı ki insanın diğer yaratılanlar nezdindeki büyüklüğü mahiyetinin külliliği nispetindedir.
Wednesday, January 25, 2017

Mâhiyet-i İnsan


İnsan Mahiyeti
Mâhiyet-i İnsan
Deve dikeni yutmak kadar zor olan insan yetiştirmek, adamı çatlatır. Mâhiyetinin derinliğine vakıf bir gavvas ufkudur bu.
“Adamın biri kumsalda yürürken ayağı eski bir lambaya takılmış. Lambayı kumların içinden çıkararak;   
'Niye olmasın belki bunun içinden cin çıkar' deyip  ovalamış. Gerçekten de koca bir cin  çıkmış lambadan. Adam çok şaşırmış, cin başlamış konuşmaya;
'Tamam tamam, beni lambadan kurtardın anladık. Bu ay içinde dördüncü çıkarılışım amma yapacak birşey yok. Sadece bir dilek hakkın var unutma'.
Adam oturmuş ve bir süre düşünmüş ;
'Her zaman Hawai'ye gitmek istedim ama deniz beni çok kötü tutar, uçaktan da korkarım. Benim için bir köprü yap, böylece arabayla oraya gidebileyim' demiş.
Cin gülmüş ve;
'Bu imkansız. Bu işin lojistiğini bir düşün! Köprünün ayakları nasıl Pasifik Okyanusun'un dibine ulaşabilir? Ne kadar beton ve ne kadar çelik gerektiğini bir düşün. Sen en iyisi başka bir dilek düşün' demiş.
Adam bu sefer başka bir dilek sunmuş cine;
'Ben bu insanları hiç anlamıyorum. Kendime dost seçiyorum, çok bağlanıyorum, bir zaman sonra selamı kesiyorlar. Birini çok seviyorum, ben severken sevmez oluyor. Birine güveniyorum daha sonra beni düşman sanıyor. Kime meramımı anlatsam beni ya anlamıyor, ya da yanlış anlıyor. Bana insanları tanımanın yolunu öğret.'
Bu istek üzerine cin şöyle cevap verir;
'Köprü iki şeritli mi olsun, dört şeritli mi ? J                  
Kâmil manada insan yetiştirmek için de insanın mâhiyetinden haberdar olunmalı. İnsan, düşünme eyleminin öznesidir. İnsanın bu ayırt edici özelliği, onun varlık koşullarını da belirlemektedir. İnsanın evrendeki varlığı onun bilgi serüveni ile anlam kazanmaktadır. Bu nokta-i nazarla insanın mahiyetine de bakacak olursanız, insan bir nüsha-i câmiadır. Gören gözler için her yeşil ağacın yaprağı bir sahife ise, okumasını bilen için de her insan bir kitaptır. Ağacı çeğirdeğe hülasalayan Allah, kâinatı da insana hülasalandırmıştır. İnsanı diksen kâinat çıkar, kâinatı diksen insan çıkar yani.
Bu kadar geniş çerçevede değerlendirilmesi gereken insanın tâlim ve terbiyesinde çocuğumuzun derinliğinden bîhaber miyiz acaba? Nice yetenekleri bünyesinde barındıran evladımızı bir kaç dersin notu ile değerlendirmek yanlış olsa gerektir. Farkındalık kuşağında kaçırmamamız gereken nice süreçleri unutmayarak çocuklarımıza haksızlık etmeyelim. 
Tuesday, January 24, 2017

Çocuk Eğitiminde Reaktif ve Proaktif Yaklaşımlar -2

Tembellik
Çocuk Eğitiminde Reaktif ve Proaktif Yaklaşımlar
Ayaklar yürüyüşün, adımlar da davranışların emaresidir. Olaylar gerçekleşmeden önce gölgeleri gelir. Kış gelmeden önce sonbahar gelir ki hazırlıklar tamamlansın. Proaktif yaklaşımla sorun çözme dediğimiz bu sistemde kriz olsa bile tedbirler önce alındığı için kişiyi sarsmaz. Çocuğun davranışlarında beliren küçük sıkıntıların tereyağından kıl çeker bir anlayışla çözülebilmesi proaktif bir yaklaşımla mümkündür.

Ancak günümüzde reaktif ebeveynlerin çoğunlukta olduğunu görürüz. Kış gelecek ama belki soğuk olmayacak, yağmur yağmayacak düşüncesi ile kış ayını sonra düşünelim mülâhazasına sahip ebeveynler reaktif yaklaşımla sorun çözmekten ziyade sorunu katmerleştirebilmektedirler.

Kapalı sistemlerde ortaya çıkan problemlerin kaynağında reaktif yaklaşımların hatırı sayılır bir etkisi olduğu muhakkaktır. Özelikle çocuğunuz anlamsız bir şekilde hızlı yürüyorsa, tırnak yiyorsa, kendisine fiziksel olarak, görsellik olarak ehemmiyet vermiyorsa kendisine zulmediyor demektir. Problemlerin gölgesi diye tabir edilecek bu tarz durumları ancak proaktif yaklaşımlarla çözmeyi başarabilirsiniz.

 “Nasreddin Hoca ile arkadaşları Konya'da bir eve akşam yemeğine davet edilmişler. Ev eski ve ahşap, bastıkça tahtalar gıcırdıyor, Hoca laf atmış :
-Evin tahtaları ses veriyor galiba!
Adam ukala ya :
-Bizim ev pek sofudur, ara sıra zikreder !
            Hoca laf altında kalır mı? :
-Ya aşka gelip secdeye varırsa?” J

Unutulmamalı ki reaktif yaklaşımların neticesi, tembelliğin ruhu sarmalamasıdır. Tembellik ruhsal bir hastalıktır. Tembellik istidatların ölüm döşeğidir. Etrafınızı dikkatli bir şekilde gözlemlediğinizde ‘canım sıkılıyor’ diyen tiplerin çocuklarının tembel ruhlu insanlar olduğuna şahit olursunuz.